15 Temmuz 2016 ülke için bir milat oldu, kelimenin tam manasıyla.

Sonrasında yaşananlar ise; bir ülkenin nasıl iç savaşa sürüklendiği,  ordusunun nasıl teslim alındığına dair en çarpıcı örnek olaylarından biri olarak tarih kitaplarında yerini alacak, maalesef.

Memleketin içinde bulunduğu durum tam bir cinnet hali: “Öl de, ölelim!” sloganları atan kefenini giymiş kahramanlardan  sonra; evlatları beşer onar sebebi belirsiz ama sonucu çok açık olan El Bab macerasında şehit düşerken, çocuklarına askerlik yaptırmayan devlet başkanının “Bir toprağın vatan olması için onun şehit kanıyla sulanması lazım.” teranelerini alkışlayanlar ile tanıştık şimdilerde…

Ömrü boyunca ayağından postalı çıkarmamış Ulu Önder’in “Yurtta sulh, cihanda sulh!” prensibinin, askerliğini kantinde tamamlayan Reis tarafından ayaklar altına alınması bize şu sözü hatırlattı: Savaş onu hiç tatmamış olanlara çok tatlı gelir!Dulce Bellum Inexpertis. Ve biz de Antik Yunan’ın meşhur şairi Pindar’ın bu mısrasını  blogumuza başlık yaptık.

Neden bir başka blog?

Bu bloğun maksadı karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmak. Güvenlik konularında meydanı boş bulan “kerameti kendinden menkul” sözde analizcilerin  tek sesli medyada kamuoyuna boca ettikleri mesnetsiz ve maksatlı  yorumlar yerine, bilgi, belge, tecrübe ve mantığa dayanan analizler, yorumlar yayımlamak. “Neden?” derseniz…

Çünkü, mevcut mekanizmalarla  bu gidişatı durdurmanın mümkün olmadığı artık iyice ortaya çıktı. Sonu belirsiz bir maceraya göz göre göre sürüklenen TSK’nın içler acısı durumu, askerlerinin canlı canlı yakılması, tanklarının zırhlı araçlarının ele geçirilmesi, bayrağının ayaklar altına alınması karşısında ise sözde komutanlar sus pus, devletin reisi ise milli içki ayran peşinde

Başından beri 3. Reich ile inanılmaz benzerlikler var derken, ülkenin geldiği hal, onu çok aştı. Son anına kadar Hitler’e karşı çıkan onurlu Wehrmacht Subayları’nın yerine, bizim elimizde bütün vatansever kahramanları- hem de milletinin alkışları arasında- tasfiye edilen, kukla generallerden müteşekkil bir ordu kaldı. Ordunun içinde, harp sanatını bilen ve icra eden esas grup olan Generaller ve Erkan-ı Harp Zabitleri maalesef tasfiye edildi. Bu yüzdendir ki, en temel harp kaidelerden bîhaber kifayetsizler elinde canlar toprağa düşüyor bir bir.

Köprü açılışlarında, siyasi mitinglerde en önde olan komutanların, sayısını unuttuğumuz şehitlerle ilgili tek bir kelime dahi söylemediği ortamda, ordunun ve memleketin içinde bulunduğu acınası hal, bakanın gözlerini kör edecek derecede açık… Gelin görün ki, bu hali gören de gösteren de yok. İnsan sormadan edemiyor, acaba bizim “kübera-yı asır” da Nüremberg mahkemelerinde “Bizim toplama kamplarından haberimiz yoktu.” diyen Alman yetkilileri ve askerleri gibi demeyi mi planlıyorlar? Peki ya bu halk? Masum yavrucakları ihtilalci diye kırbaçlarla dövüp öldürürken, kendi evlatlarının canlı canlı yakılmasına ses çıkarmayan, şehitlere saygı mitininde çiftetelli oynayan bu “dindar” halk da mı acaba “Bilmiyorduk” diyecek?

İşte, insanlar “Bilmiyorduk” diyemesin, bariz olanı görmeyenler de görsün, sorumlular hesap versin diye yazacağız. Belki kimse okumayacak ama biz yine de yazacağız, en azından tarihin doğru sayfasında yer almak,  evlatlarımıza hesap verebilmek adına… Burada, özellikle güvenlik konularında konunun gerçek uzmanları tarafından manzara-yı hakikiyi Türk ve dünya kamuoyuna duyurma amacı ile kaleme alınmış doyurucu yazılar bulacaksınız.